KADERE İNANMAK ‘TARTIŞMALI BİR FAZLALIK’ OLMAYIP AKSİNE ÎMÂN ESASLARINDAN BİRİDİR
Fatih KALENDER
İslamoğlu kader konusunda “iman bilin- ci” adlı kitabının 17. sayfasında bakın ne diyor:
“Allah’a, Ahiret gününe, Meleklere, Kitaba, Peygamberlere inanmak. Bu beş madde bir fazlasıyla Cibril hadisi diye meşhur olan hadiste de yer alır. Sonraki ilmihallere, imanın şartı olarak geçen tartışmalı fazlalık kadere iman maddesidir.”
İslamoğlu 1993 tarihinde yazmış olduğu “iman insanın saadeti” adlı kitabında kaderi, farklı mânâlarla yorumlamış, kadere îman konusunda karmaşık ifâdeler kullanmıştır.
Daha sonra yazmış olduğu 2007 târihli “iman bilinci” adlı kitabında ise; kadere îman konusunda, kafasında yerleşmiş olan görüşünü açıkça yukarıda naklettiğimiz ibârelerle ifâde etmiştir.
İslamoğlu, meşhur olan Cibrîl hadîsine dayanarak îmânın beş şartını: “Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak” olarak beyân etmiş, ancak dayanmış olduğu hadîsi şerîfte geçen “kadere inanma” maddesini sıraya katmamış, bilakis onun sonraki ilmihallere tartışmalı fazlalık olarak girdiğini ifâde ederken kadere îmâna “Bir fazlalık” demiştir.
İslamoğlu’nun bu ifâdelerinden anlaşıldığına göre; kadere îman, tartışmalı bir fazlalık olduğu için inanılıp inanılmaması îmâna tealluk etmez.
MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN NÜZÛL-İ ÎSÂ VE İLGİLİ HADİSLER HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Talha ALP
Başlıkta da belirttiğim gibi değerlendirme İslamoğlu’na yöneltilen bir soruya kendisinin verdiği cevap üzerinden olacaktır.
Herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için hem kendisine yöneltilen sorunun hem de bu soruya verdiği cevâbın metni olduğu gibi alıntılanmıştır:
SORU:Sorum Hz. İsa ile ilgili olacak. Onun tekrar geleceğine inanan yakın dostlarıma nasıl anlatayım da veya nasıl cevap vereyim de, biraz da olsa bilgi sahibi olsunlar. Bu konuda bana birkaç ayet gösteriyorlar, bunlara biraz da olsa cevap verebiliyorum ama Buhari, Müslim gibi zatların hadislerini gösterdiklerinde bu hadisler uydurma diyemiyorum ve yorum yapamıyorum. Çünkü hadislerin gerçekliğini bilemiyorum. Bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Ben gelmeyeceğine inananlardan olduğumu ifade ettiğimde bana itikatımdan bahsediyorlar. Sizden değerli cevaplarınızı bekliyorum. Allah sizden ve Müminlerden razı olsun. (02/03/2007)
CEVAP: Aynen ben de öyle yapıyorum. Bu doğru olan. Buhari ve Müslim'deki hadisleri izahın binbir yolu var.
İsa'nın gerçek inancı onu takip edenlere dönecek de diyebiliriz. Fakat bu hadisler haber-i vahid. Zan içerir. Yanlış ve yalana ihtimali vardır. Bu tür haberler akideye konu olmazlar. Bu yeterlidir.
(Kaynak: http://http://www.mustafaislamoglu.com/habe...p?haber_id=122 )
İslamoğlu’nun Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlü (yeryüzüne inişi) ile ilgili görüşü kabaca yukarıdaki soruya verdiği cevaptan anlaşılmaktadır. Soruyu soran kimse görüldüğü gibi Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlüne inanmadığını ifâde ediyor.
Tartışmalar Kur’ân ekseninde devâm ettiği sürece nüzûl-i Îsâ’ya inananlara biraz cevap verebildiğini de belirtiyor.
Burada araya girerek şunu ifâde etmek isterim: Hazret-i Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlüyle ilgili âyetler, bir yandan sahâbe ve tâbi‘înden gelen rivâyetlere, diğer yandan siyak-sibaklarına bağlı kalınarak anlaşılmaya çalışıldığında bunların açık biçimde Hazret-i Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlüne delâlet ettiği görülecektir.
AYETLER GAYBI TAŞLAMIYOR! CEHENNEM SONSUZDUR!
Emin Ali YÜKSEL
İslamoğlu’nun kendisine sorulan bir soruya web sitesinde[1] verdiği cevâbı aynen aktarıyoruz.
1. "Cennet cehennem yok olacaktır" görüşü benim görüşüm değildir. Bir Kur'an talebesi olarak Kur'an’daki "huld" ve "ebed" kelimelerini tahlil ettim. Cennet ve Cehennemin ebediliğinin nasıl anlaşıldığını sahabenin olayı nasıl yorumladığını söyledim. Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'in, Hz. Abdullah b. Mes'ud başta olmak üzere birçok güzide sahabinin bu konudaki günümüz yaygın kanaatinin aksine olan görüşlerini serdettim. Cehennemin sonsuz olmadığını söylediklerini naklettim. Buna da İbnu’l-Kayyım el-Cevziyyenin yazdığı Hadi'l-Ervah İla Biladi'l-Efrah adlı eserini kaynak gösterdim. Bu eser Arapça olarak piyasada var. Her yerde satılıyor. Bakmak isteyen açıp bakar. İbnu’l-Kayyım'ın ilmi yetkinliğinin derecesini siz bilmezseniz bilen birine sorabilirsiniz.
Siz yanlış adrese kızıyorsunuz. Hz. Ebubekir'e, Hz. Ömer'e, Hz. Abdullah b. Mes'ud'a kızmanız, onlara hesap sormanız lazım. Onlara hesap sormanız gerekirken bana hesap sormanız adil değildir. Hak değildir. Zulümdür. Allah razı olmaz.
2. Bakara suresinde Cennet ve nar’ın ilk geçtiği yerde bu konudaki farklı görüşleri bir müfessirin ilim namusu gereği zikrettim. Bir önceki kasette/CD'de başkalarının görüşünü naklettim. Bir sonraki derste kendi görüşümü naklettim. O da şuydu: cennet ve cehennemin zamanı gaybi bir konudur. Bu konuda konuşmak ğaybı taşlamaktır. Bunu Allah bilir. Bize düşen cehennemden sakınmak cenneti hak etmektir.
Evet, İslamoğlu’nun hezeyanları burada sona erdi.
Meselenin daha güzel anlaşılabilmesi için; evvelâ İslamoğlu’nun ve İbnü’l-Kayyim’in bâtıl görüşlerini nakledelim, sonra hak görüşün ne olduğunu anlatalım, tâ ki delillerin kimi ne kadar desteklediği anlaşılsın.
Şunu baştan söyleyelim: Cehennem var oldukça kâfirlerin oradan çıkmayacağı İbnü’l-Kayyim dâhil tüm İslam âlimlerince söz birliğiyle sâbittir. Hiçbir şekilde hiçbir görüşü kabul edilmemiş ve bâtıl mezheb olduğuna ittifak edilmiş Cehmiyye mezhebi’nin kurucusu el-Cehm b. Safvân’dan başka “Fenâ-i cennet ve nâr (cennet-cehennemin yok olacağı)” görüşünü savunan olmamıştır.
Cehennem yok olmadan kâfirlerin oradan çıkacağını ise hiçbir âlim, hattâ el-Cehm b. Safvân dahî söylememiştir.
EVLÂTLIĞIN MAHREMİYETİ MESELESİ
Hüsameddin VANLIOĞLU
İslamoğlu Nisâ Sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde geçen:
﴿ وَرَبَائِبُكُمُ اللَّاتِي فِي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَائِكُمُ اللَّاتِي دَخَلْتُمْ بِهِنَّ ﴾
“Kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup himâyenizde bulunan üvey kızlarınız(ın nikâhı haram kılınmıştır)..” kavl-i şerîfinin 10 nolu dipnotunda aynen şöyle diyor:
“Kişinin önceki kocasından olma kızının yasak kapsamına girmesi için ‘aynı evde bir arada’ yetişmiş olma şartı öngörülmektedir.
Bu şartın dışında kalanların yasak kapsamına girmediği görüşünü İbn-i Hazm, Ali ve Ömer(Radıyallâhu Anhümâ)ya nisbet eder.” (Gerekçeli meal-tefsir 1/152)
Görüldüğü üzere; İslamoğlu bu beyânıyla bir adamın, kendi nikâhı altında bulunan kadının başka kocasından olma kızıyla yâni üvey kızıyla evlenmesini câiz görüyor.
Oysa dört mezhebin yâni Hanefî[2], Şafi‘î[3], Mâlikî[4], ve Hanbelîlerin[5] ittifakıyla âyet-i kerîmedeki ( اللَّاتِي فِي حُجُورِكُمْ ) “Himâyenizde bulunan” kaydı, üvey kızların genel durumunu beyan etmek içindir, yoksa hükmü bu şarta bağlamak için değildir.
Yâni üvey kızların, üvey babalarının evlerinde bulunup onların terbiyeleri altında büyümeleri, aralarındaki ebedî mahremiyetin şartı değildir. Bunun mahremiyet hükmüne hiçbir tesiri yoktur. Dolayısıyla üvey kızlar, üvey babalarının ellerinde büyümeseler de aralarında ebedî mahremlik bulunur. Bu mahremiyetin oluşmasındaki şart, üvey babanın, üvey kızının annesini nikâhladıktan sonra onunla cinsel ilişkide bulunmasıdır.
MÎRASLA İLGİLİ BİR ÇARPITMA
Abdullah HİÇDÖNMEZ
Allâh-u Te‘âlâ’nın mîrasla ilgili:
“Allah size, çocuklarınız konusunda (şunu) tavsiye eder; erkek iki kadının payına denk alır..” (Nisâ Sûresi:11) kavl-i şerîfini îzah sadedinde İslamoğlu’nun "Gerekçeli meal-tefsir"- inde 5 nolu dipnot olarak düştüğü ifâdeleri ay- nen aktarıyoruz.
“Bu oranın haddi ednâ (en aşağı sınır) mı, haddi â’lâ (en yüksek sınır) mı veya haddi mutlak (asla değiştirilemez oran) mı olduğu; 1) miras oranlarının düzenlenmesinde ilahi maksadın ne olduğuyla; 2) vahyin teşri yönüyle, 3) hükmün illete mebni olup olmadığıyla alakalıdır.
Miras oranlarında ilahî maksat ilk ayetin de delâlet ettiği gibi adalet ve hukukun tecellisi için kulluk ve insanlık sorumluluğunu yerine getirmedir.
Mirası ellerinde tutan kadınlar değil erkeklerdir ve ayette onlar sorumlu davranmaya davet edilmektedir. “Kadına az ya da çok mirastan pay verin” diyen 7. Âyet, bu hükmün teşri yönünün azdan çoğa doğru olduğunu gösterir. (7.âyetin notuna bkz.) 32.âyetteki iktisâp bizce hükmün illeti olarak okunmalıdır.
O günkü gelir kalemlerinin başında savaş ganimetleri, diyet ve kan bedeli gelir. Bunlar erkekler yolu ile kazanılır. İkiye bir nisabını mü’minlerin annesi Ümmü Seleme de illete mebni bir hüküm olarak okur ve bunu şöyle ifade eder: “Erkekler savaş yapıyorlar fakat kadınlar savaşamıyor; sonuçta bize de mirasın ancak yarısı düşüyor.”
Bunu bu ayetin inişinden sonra gelen şaşkınlıktan da anlıyoruz. Taberî’nin nakline göre biri Resulullah’a gelir ve der ki; “Ya Resulellah, kıza yarım mı verelim? Kız ata bile binemez, savaşamaz.”
Bütün bu veriler ışığında bu oranın haddi mutlak olmadığı, en yüksek sınır değil, en aşağı sınırı oluşturan illete mebni bir oran olduğu sonucuna varılır.
Gerek miras oranlarının illet, hikmet ve maksadını anlamaya yönelik bu yorumumuz gerekse buna benzer meseleye yeni bir açılım getiren daha başka yorumlarımız, sadece muradı ilahiyi anlama çabamızın bir ürünü olarak anlaşılmalıdır. İslâm’ı çağa uydurma veya uyarlama gibi bir derdimiz yoktur. Böyle bir yaklaşım sağlıklı da değildir.” (Gerekçeli meal- tefsir:1/147)
İslamoğlu yapmış olduğu meâl çalışmasında kızların mîrastan erkeklerin hissesinin yarısını alacağını beyân eden Nisâ Sûresi’nin 11. âyetini tercüme ettikten sonra 5 nolu dip notta her zaman yaptığı gibi görüşünü netleştirmeyip okuyucunun ikilemde kalmasını sağlamaya çalışmıştır.
KADININ ŞÂHİTLİĞİ
Muhammed YELKENCİ
İslamoğlu’nun "gerekçeli meal-tefsir"inde Bakara Sûresinin 282. âyet-i kerîmesinde ge- çen:
“..Erkeklerinizden iki kişinin şahitliğine başvurun. Eğer iki erkek bulunmazsa, bu durumda doğruluğundan emin olduğunuz kimselerden bir erkekle iki kadını şâhit tutun ki ikisinden biri şaşırır, unutur, yanılırsa diğeri ona hatırlatabilsin..”kavl-i şerîfinin 3 nolu dipnotundaki ifâdelerini aynen aktarıyoruz:
“Bu ibare öyle sanıldığı gibi iki kadını bir erkeğe denk saymak değildir. Âyet haksızlığı önleyip adâleti sağlama konusundaki titizlikle alakalıdır.
Bu, kadının ticaret ve ticari anlaşmalar konusundaki bilgisizliğinden kaynaklanabilecek muhtemel hataları önleyici bir tedbirdir. Zaten tadille ‘unutma, yanılma, şaşırma, haktan sapma’ anlamlarının tümüne birden gelir. Sözgelimi iki kadından biri unutmuşsa, doğal olarak şahit ikiden teke düşecek, sonuçta şahitlik yapan iki kadın değil, tek kadın olacaktır. Kuran bire iki oranını şahitlikte nisap olarak belirlemez. Zira Nisa 15 ve Nur 4-8 de zina davasında cinsiyete bakılmaksızın 4 şahit istenir.
Hatta adil yargılamayı sağlamak için bazı durumlarda erkeğin değil, sadece kadının şahitliği kabul edilir. Bunların hiçbirinde de cinsiyet belirtilmez. Burada da maksat şahitlik yapacak kimsenin cinsiyeti değil, hatta şahitlik bile değil, vadeli borçlanmalarda mağduriyeti önlemektir. Borç vermeyi aşırı teşvik eden vahyin verilen borçların tahsili konusunu ihmal etmesi düşünülemez."
İslamoğlu, âyet-i kerîmenin meâl kısmındaki mânâsını, metne sadık kalarak verdikten sonra, dipnotta, tamâmen şahsî kanaat türünden tefsir sadedinde açıklamalar yapıyor ve:
“Bu ibâre öyle sanıldığı gibi iki kadını bir erkeğe eşit saymak değildir!” diyor. Bu söz, onun birinci çarpıtmasıdır. Çünkü kâinâtı içindekilerle berâber yaratan, maddî ve mânevî hayat düsturlarını belirleyen Yüce Allâh’ımız, bu mevzuda bir erkeğe mukâbil, onun yerine geçebilecek kadınlar hakkında bir nisap (adet) tâyin etmek üzere: “İki kadın, diğer bir erkek şâhitle berâber şâhitlik yapsın!” buyurmuştur.
Böylece bu iki cins arasında şâhitlik nisâbı yönünden bir denklik bulunamayacağını apaçık ortaya koymuştur. İslamoğlu ise kendince eşitlik tesis etmeye çalışarak "tenzîlâta" gitmek istemiş ve kendisini yaratan sevgili Allâh’ımızın koymuş olduğu kânunu, muhâtaplarının gözünün içine baka baka tahrif etme (değiştirme) girişiminde bulunmuştur.
ÇIPLAK AYAĞA MESH
Talha ALP
İşte burada ele alacağımız çıplak ayağa mesh konusu, İslamoğlu’nun bir yandan meseleyi nasıl çarpıttığını, diğer yandan metni nasıl yanlış anladığını gösterecek bir konu olması bakımından onun ne yaptığını gözler önüne seren tipik bir misal olabilir.
İslamoğlu’nun, abdesti konu edinen Mâide Sûresi:6. âyette yer alan ayakları yıkamakla ilgili ifâdeye düştüğü dipnot şöyle: “Kıraat imamlarından Nâfi, İbn Âmir, Hafs, Kisâî ve Yakub’un okuyuşuna göre ayet ayakların yıkanmasını, geri kalanının okuyuşlarına göre ayaklara mesh edilmesini emreder. (…) Ehl-i Sünnet okuluna mensup âlimlerin çoğunluğu birincisini, Ehl-i Beyt okulu mensupları ve Taberî gibi bazı sünnî imamlar ikincisini tercih ederler.”
(Hayat Kitabı Kur’an, s:192)
Çok açık ki İslamoğlu’nun bu ifâdelerine bakarsak; çıplak ayağa mesh konusunda biri Ehl-i Sünnet’e, diğeri Ehl-i Beyt’e âit olmak üzere iki ayrı görüş var.
Üstelik büyük Ehl-i Sünnet imamlarından Taberî de burada Ehl-i Beyt’in yanında yer alıyor; yâni çıplak ayağa meshedilebileceğini savunmuş oluyor. İslamoğlu’nun meâldeki bu ifâdelerine biraz daha netlik getiren diğer ifâdesini bir soruya verdiği cevapta buluyoruz. Cevapta İslamoğlu Taberî’nin görüşüyle ilgili düşüncesini: “Taberi sünne sahibi bir imam olduğu halde mesh etmek farz, yıkamak sünnettir der. ”[6] şeklinde somutlaştırıyor.
Bunları okuyan bir kimsenin abdestte çıplak ayağa mesh etmenin câiz olmayacağı konusundaki bilgisi de, hassâsiyeti de derin yara alacaktır ve önceleri sâdece Şî‘a’ya âit olduğunu düşündüğü bu uygulamanın hem Ehl-i Beyt, hem de İmam Taberî tarafından savunulmuş meşrû bir görüş olduğu “gerçeğiyle!” âdeta şok yaşayacaktır.
Peki gerçekten mesele İslamoğlu’nun anlattığı gibi midir? Dolayısıyla okuyucunun yaşadığı şok hâli yerinde ve gerekli bir hal midir?
Bu soruların aşağıdaki incelemenin sonunda kendiliğinden cevaplanacağını düşünerek vakit kaybetmeden söze girelim.
CİNSÎ MÜNÂSEBETTE TERS İLİŞKİ
Fatih KALENDER
Şî‘a İmamlarından Humeynî’yi seven ve ona sempati duyan, ancak hakkında fazla bilgiye sâhip olmayan birinin, Humeynî’nin cinsel birleşimde ters ilişkiye cevaz verdiğini öğrendiğinde şaşkınlığa kapılarak, bu konuda sorduğu soruya, İslamoğlu’nun kendi internet sitesinden verdiği cevâbı aynen aktarıyoruz:
“Aziz mümin,
Bu yaklaşım tam da "İmam Şafii kişinin öz kızıyla zinasının caiz olduğuna fetva veriyor" demek kadar kendini bilmezce, alçakça ve art niyetlidir.
Evet, Şafii, kişinin zinadan olma kızıyla nikâhlanmasına cevaz verir. Bu cevaz bizce de yanlıştır. Fakat Şafii'nin usulünden kaynaklanır. Şimdi biri kalkıp "Şafii, kişinin kızıyla evlenmesi caizdir diyen bir adamdır" derse terbiyesizlik etmiş olmaz mı? İşte Ayetullah Humeyni için denilen de tam buna benzer. Bu, Ayetullah Humeyni'nin icat ettiği bir şey değil ki.
Tâ İbn Abbas'ın öğrencisi Ikrime "kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza nereden/nasıl isterseniz öyle varınız" ayetini herhangi bir sınırlama olmadığı şeklinde yorumlamış, Ehl-i Beyt Okulu genellikle bu yorumu benimsemiş, Ehl-i Sünnet okulu ise bu yaklaşıma itiraz etmiştir.
Şöyle ki: Tarla ürün veren yerdir. Dolayısıyla tarla denilmeye, rahme açılan kadınlık uzvu layıktır ve ayet örtülü olarak onu kastetmiştir.
Zira dölyolu ancak "tarla" vasfını almaya layıktır. Diğer yol için insan ürünü olan çocuğun doğumunda rol oynamadığı için "tarla" denilemez.
Dolayısıyla ayette kapalı olarak kastedilen "tenasül organıdır" ve ayetin açılımı da "kadınlarınız sizin nesillerinizin tohumunu ekip o tohumun mahsulü olan çocuklarınızı hasat ettiğiniz tarlanızdır; o tarlaya tenasül yolundan olmak şartıyla, hangi pozisyonda, hangi yönden, hangi usulle varırsanız varın, bu sizin bileceğiniz iştir" denilmiştir.”
İslamoğlu cevabının sonunda da:
“Bu, ilmi bir mevzudur. Farklı mezheplerdeki Alim ve fakihlerin kendi aralarında tartıştıkları ve ihtilaf ettikleri bir meseleye böylesine basit, sığ ve buram buram mezhep holiganlığı kokan bu çirkin yaklaşım merduttur, edepsizlikdir, verdiğim Şafii örneğinde olduğu gibidir.” diyerek birkaç cümleyle beraber cevabını bitirmiştir.
Yukarıda naklettiğimiz Mustafa İslamoğlu’nun cevabı http://www.mustafaisl...rular.php sitesinden değiştirme yapılmadan aynen alınmıştır. Şimdi bu bâtıl görüşü reddetmek üzere deriz ki:
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mustafa İslamoğlu’nun kendi sitesinde yayımladığı cevâbı ve bu cevaptaki ifâdelerini redde başlamadan önce şunu ifâde etmek isteriz; bizim şahısların şahsiyetlerine hakâret etme gibi bir ahlâkımız yoktur. Zâten inancımızın da bu türlü ahlâkı yasakladığı bilinmektedir.
Ancak şahısların sâhip olduğu fikirlerin ve bu düşünce bazındaki söylemlerinin doğru olmadığını ve ilimsizlik, bir de kime güvenilip tâbi olacağını bilememek sebebiyle Ehl-i Sünnet mensupları arasında bu yanlış fikirlerin kabul gördüğünü ve kafaların karıştığını müşâhede ettiğimizde, elbette bunlara cevap vermenin dînî vazîfemiz olduğu da unutulmaması gereken bir gerçektir.
Evvelâ şunu ifâde edelim ki; İslamoğlu her zamanki âdeti üzere, cinsel ilişkide ters yolu kullanma konusunda net olarak kendi görüşünü beyân etmeyip sanki bu konu fazla önem arz etmeyen, Hanefî-Şâfi‘î arasındaki ihtilaflı herhangi bir konuymuş gibi meseleyi basitleştirerek ortaya koymuştur.
EFENDİMİZ (SALLÂLLÂHU ALEYHİ VE SELLEM)İN GAYBDAN VERDİĞİ HABERLER
Abdullah HİÇDÖNMEZ
İslamoğlu kendisine sorulan:
“Efendimizin gelecekle ilgili gaybı, bilgi ile değil de kendine has basîretlerle ya da okumalarla diyerek olayları tahlil edip gelecekle ilgili sözler söylediğini buyurdunuz.
Efendimizin târih vererek gelecekle ilgili "okumalar"da bulunmadığını, bu işin O (sav)'ın yöntemine aykırı düştüğünü biliyoruz.
Dolayısıyla bu sizin görüşünüzü doğrular nitelikte. Ancak Ammar B. Yasir'e "Seni bâği bir güruh katledecek." buyurmalarında da bu tür bir "okuma" söz konusu mudur? Yoksa bu hâdise Efendimiz'e bildirilmiş midir? Üstelik geçiyorum Efendimizi, Hazret-i Ömer’le ilgili Efendimiz'in "O söyletilenlerdendir" buyurmasını nasıl anlayalım?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiştir:
“Aziz Talib-i ilim,
Ammar b. Yasir'e Efendimiz'in Mescid'i Nebevi'nin yapımı sırasında çok çalışmaktan dolayı bayıldığı bir sırada söylediği rivayet edilen "Seni baği bir güruh öldürecek" sözünü İmamlar ve sultanlar Kitabıma ben de almıştım.
Bu rivayet senet açısından sahihtir. Birçok sahabi bunu bildiği için Ammar'ın katlinin ardından Muaviye'nin saflarını terk edip Hz. Ali'nin saflarına geçiyor. Bu da tarihi bir bilgi. Daha ilginç bir malumat ise, Muaviye'nin kendi aleyhine olan bu hadisi red edememesi. Muaviye reddetmek yerine tevil ederek "Onu Ali öldürttü" diyor; "Ali savaşmasaydı, Ammar öldürülmezdi". Ne yorum ama...
Bu durumda rivayet çok güçlenmekte. Eğer bu karineler olmasaydı bu rivayetten şüphe etmemiz için bir çok gerekçemiz vardı. Zira bu tür siyasal rivayetler mezhebi çatışmaların cephanesi olarak kullanılmıştır. Ve bu meyanda rivayet ırmağına hayli çer çöp atılmıştır.
Sonuçta Allah Rasulü'ne bunun Hz. Cibril tarafından bildirildiğini düşünmememiz için hiçbir neden yoktur. Bu Cebrail'in Allah'tan aldığı bir vahiy şeklinde değerlendirilemez tabi ki. Dolayısıyla “Öyle olsaydı Kur'an'a girerdi” itirazı da yersizdir. “O söyletilenlerdendi” ifadesinin bu konuyla hiçbir ilgisini göremiyorum. Bu tamamen Ömer'in basiret ve ferasetine yapılmış nebevi bir övgüdür. Bu her çağda bazı keskin görüşlü insanlara verilen ilahi bir yetenektir. Hakikaten etrafımızda da bu manada "söyletilen/konuşturulan" insanlar vardır. Hani Hz. Ali de ibn Abbas için diyor ya: "Sanki bir perdenin arkasını görüp konuşuyormuş gibi..." Ne hoş bir tavsif…”
(Genişmetin:http://www.mustafaislamoglu.com/habe...d=161adresinde)
Bu konudaki reddiyemize şöyle başlayabiliriz:
İslamoğlu yine âdeti üzere muğlâk ifâdelerle sorulan soruyu başka mecraya çekip Hazret-i Mu‘âviye’ye hakâret boyutuna çıkarmayı başarmıştır. Dolayısıyla onun bu soruya verdiği cevâbı eleştirirken,Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)ın gaybden haber vermesinin yanı sıra Hazret-i Mu‘âviye ve Sıffîn vakasına da değinmemiz gerekecektir.
[1]www.mustafaislamoglu.com/sorular.php
5El-Hidâye
[3]Hâşiyetü’l-Büceyremî
[4]Hâşiyetü’s-Sâvî
[5]Keşşâfü’l-Kınâ‘